"Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına,
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum kapama gözlerini..."
Şiirini okursun bu adamın. Başlarda pek bir şey hissetmezsin. O eski memleket hasreti, kokusu yoktur çünkü üstünde. Oranın toprağı, suyu, havası yoktur düşüncelerinde. Hatta rahatsız bile olursun, ince bir şekilde.
Tekrar okursun şiirlerini bu adamın. Başlardaki gibi hissizlik yoktur. Derinlerine inen sızıntılar baş gösterir. Sevgili hasretin öyle bir hal alır ki; prangalar eskitir. Art arda kaç zemheri, kurt uyur, kuş uyur, dışarıda gürül gürül akan bir dünya, bir sen uyumadın... Uyumadın çünkü düşünürsün hep...
Düşünürsün şiirlerini bu adamın. Sevdanı düşünürsün. Derinlerine inen akarsular, alır götürür seni. Öylesine gerçek. Kendi halinde... Belki de, yaşama sebebin. Seni, bağırabilsem seni, dipsiz kuyulara, okyanusun en ıssız dalgalarına düşmüş kibrit çöpüne... Anlatmak istersin, anlatamazsın. Susarsın hep. Kulağında yankılanır sesi: Sus! Kimseler duymasın ha! Susmuş bütün namlular, susmuş dağ, susmuş deniz, dünya mışıl mışıl, uykular derin...
Derken deniz kenarında bir bankta buluyorum kendimi sevdiğim kadın benden ayrılırken. "Yokluğun cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini." dediğim günleri sayıyorum aylarca.
Dinlersin şiirini bu adamın. Ahmet Kaya'dan, Cem Karaca'dan dinlersin. Sonra kendi sesinden yaşarsın, dinlemek ne kelime? Yaşarsın hep; 'nasıl da yılları buldu bir mısra boyu maceram' diyerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder